Ana Sayfa KUR'AN-I KERİM EZBERLENECEK AŞIRLAR Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetler

Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetler

89202
0

Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetlerin Okunuşu:

Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetleri Dinle:

Ali İmran 189-194 – Abdussamed:

Ali İmran 189-194 – Furkan Çınar:

Ali İmran 189-194 – Saad el-Ghamidi:

Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetlerin Meali:

189. “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın kudreti her şeye yeter.”

190. “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını iyi kullananlar için (yol gösterici) belgeler vardır.”

191. “O akıl sahipleri ki, ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratışlı hakkında (iyice) düşünüp: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni (boş ve gereksiz şey yaratmaktan) tenzih ederiz. Bizi (Cehennem) ateşinin azabından koru.” (derler.)”

192. “Rabbimiz! Şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan, elbette onu rezil ve rüsva edersin. Zalimler için yardımcılar da yoktur.”

193. “Rabbimiz! Doğrusu biz, imana çağıran, Rabbinize iman edin diyen bir çağırıcı duyduk, iman ettik. Rabbimiz! Artık günahkârımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle beraber al.”

194. “Rabbimiz! Peygamberlerine bizim için va’dettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi rezil ve rüsva etme. Şüphesiz ki sen vaadinden dönmezsin.”

Al-i İmran Suresi 189-194. Ayetlerin İniş Sebebi:

Kureyş ulularından birkaç kişi toplanıp önce Yahudilerin din âlimlerine gittiler ve: “Musa peygamber (AS) size ne gibi ayetler (mucizeler) getirdi?” diye sordular. Onlar da: “O bize Asa, Yed-i Beyza mucizelerini getirdi, denizi İsrail oğullarına açtı.” diye cevap verdiler. Sonra Hıristiyan din âlimlerine uğrayıp: “İsa (AS) peygamber size ne gibi mucizeler getirdi?” diye sordular. Onlar da: “İsa peygamber dilsizleri, körleri ve alaca tenlileri iyileştirme, ölüleri diriltme mucizelerini getirdi.” diye karşılık verdiler. Bu kez Peygamber (SAV) Efendimize gelerek dediler ki: “Ey Muhammed! Rabbine dua et de Safa Tepesini bize altın yapsın.” Bunun üzerine bu ayetler indi.

Bu ayetlerle, kâinatın baştan sona kadar mucizelerle dolu olduğu, aklını iyice kullanan kişilerin her an nice belgelerle yüz yüze bulunduğu hatırlatılıyor.

KUR’AN VE ASTRONOMİ

 إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ:

     “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını iyi kullananlar belgeler vardır.”

 Kur’an-ı Kerim yukarıdaki ayetlerle müminlerin dikkatini Astronomiye çekmektedir. Bunun için Hz Ali (RA) Allah’ın varlığını, birliğini iyice anlayıp imanı bu konuda sağlamlaştırmak için astronomi öğrenmeyi tavsiye etmiştir. Fizik ve kimya bize nasıl elementler arasındaki dengeli bileşim ve ilgiyi gösteriyor; diğer bir yanımla fizik cisimlerin özelliğini ve yapılarında bir değişiklik meydana getirmeksizin durumlarını veya hareketlerini değiştiren kanunları incelememize; kimya da cisimlerin yapı ve atom düzeni bakımından değişik cisimlere dönüşmesini sağlamamıza yarıyor ve bununla cisimlerde cari olan İlahi Sünneti bize hatırlatıyorsa, Astronomi de etrafımızı çevreleyen kâinatı; yani gök cisimleri ve bunarlın oranla konumlarını öğreterek mutlak bir düzene dikkatimizi çekip çok mükemmel bir düzenleyicinin varlığını ispatlıyor.

Yukarıdaki ayetlerle, yerkürenin güneş sistemi konumu, güneş sistemi içindeki gezegenlerin birbirine oranla aldıkları durumu ve bağlı bulundukları yörünge özellikleri hatırlatılıyor. Gökler tabiriyle de feza âlemindeki mutlak düzeni anlayabilmemize yardımcı ana fikir sunuluyor.

Bilindiği gibi yerküre, güneş sistemine dâhil gezegenlerden biridir. İnsan ve diğer canlıların yaşamasına uygun bütün şartları kendisinde taşımaktadır. Ağırlık merkezinden geçen bir eksen etrafında oldukça düzgün bir hareketle kendi üzerinde dönerken, bir yandan da elips şeklinde bir yörünge üzerinde güneşin çevresinde dolanır. İşte bu düzenli hareket ve dönüş bir bakıma canlıların yaşamasına uygun şartları ve imkânları hazırlar.

Yerin güneş etrafında dolanması yılın süresini, kendi ekseni etrafında dolanması günün süresini, bu dönme ekseninin değişen eğiklik dereceleri mevsimleri tayin eder. Merkezkaç kuvvetiyle güneşin çekim kuvvetine belli bir mesafede mukavemet gösterir. Ortalama hızı saniyede 29.76, saatte 107000 km’dir.

Dünyamızın bu iki türlü hareketi ve 23 derece meyilli bulunması, güneş ve diğer gezegenlere olan uzaklığı, baş döndürücü bir hızla dönmesi, kutuplardan basık bir görünüm arz etmesi, 3/4’ünün sularla kaplı olması, atmosfer katmanının kalınlık ve özelliği birer tesadüf müdür? Bir düşünürün dediği gibi: “Yazı makinesi üzerinde çalışan altı maymunun milyon kere milyon senede meydana getirmiş olduğu milyarlarca sayfanın kör oyunu ürünü olarak, Shakespear’in bir vecizesini veya şiirlerinden bir iki mısraını bulabilirsek bunu çok hem de çok dikkat çekici bir tesadüf sayarız. Aslında böyle bir tesadüfe rastlamak pek mümkün değildir.

İyi ama kâinatta öylesine mükemmel bir düzen ve her yönüyle bir plan var ki bunu onun her bölümünde her zaman görmek mümkün. Bütün bunların kör tesadüflerin birbirini izleyerek meydana geldiğini iddia etmek, altı maymunun akılsızca ve milyonlarca yıl tuşlara vurmalarıyla çok mükemmel bir kitabın meydana geldiğini iddia etmek kadar gülünçtür.

Bunun için Kur’an yukarıdaki ayetle insan aklını kamçılayarak harekete geçiriyor, kâinatın her satırında Allah’ın varlığı ve üstün kudreti yazılıdır diyor.

  PSİKOLOJİK YÖNÜ

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَاماً وَقُعُوداًوَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ:

 “O akıl sahipleri ki, ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar.”

 Kur’an insan hayatını iç ve dış bağlantılarıyla dengede tutar. Günlük olayların ruhumuz üzerinde bırakıp biriktirdiği tesirler hayli çoktur. Bunların ekserisi veya bir kısmı şuur altında depolanır. Sırası geldikçe açığa çıkar, olumlu ya da olumsuz yönde etki yapar.

Daha önceki ayetler savaş, inkârcılarla tartışma ve sürtüşme, onların incitici söz ve davranışları, Kitap Ehlini Müslümanlara karşı menfi tavırları ve ilahi ayetlerden son din ve son peygamberle ilgili belgeleri gizlemeleri veya değiştirmelerini konu etmişti. Bunların hemen hepsini ayrı ayrı, ruhlar üzerinde oluşturduğu gergin hava, kalp ve dimağları olaylar doğrultusunda devamlı meşgul etmesi, az da olsa bir dengesizlik doğurur. Bunun için Kur’an bir anda konuyu değiştirdi, başka bir anlam ve hava getirerek ruhları günlük olayların ötesine çekti; düşünce ufkunu genişleterek maddeden manaya, faniden ebediye, beşer âleminden yüce âleme kapı açtı.

Taşkınlık düzeyine gelen şuur altı birikimlerinin önemsizliğini şimşek hızıyla gönül duvarına aksettirdi. Göklerin ve yerin yaratılışındaki ilahi kudretin en ince hesaplarla ve çok mükemmel bir planla şaşmaz bir denge ve düzende bulunduğunu hatırlattı. Gece ile gündüzün bu düzen içinde birbiri ardınca uzayıp kısalarak gelişindeki hikmeti çok anlamlı bir cümle ile sergiledi.

Böylece dikkat ve ilgi günlük olaylardan kesildi. Ruh tam bir dinlenme ve gıda alma devresine girdi. Şuur altı birikimlerin kalbi istila etme taşkınlığı sona erdi. Düşünceler ilahi sanat ve kudretin en etkileyici plan ve programıyla yüz yüze geldi.

Bu, daha önce denizin sığ kıyılarında birbirini izleyen küçük dalgaları gören fakat denizin derinliklerinde kudret fırçasının meydana getirdiği esrarengiz âlemi göremeyen, ilahi sanatın muhteşem tablosunun farkında olmayan kimsenin haline bir bakıma benzer. Sonra denizin derinliklerine nüfuz ettikçe dikkati dış âlemden kesilip ruhunu ve dimağını bir anda büyüleyen başka bir âleme geçmenin verdiği huzur ve denge ile baş başa kalır.

Kur’an bu ince metoduyla insanı böylece günlük olayların dağdağasından sıyırıp ilahi kudretin erişilmezliğine yöneltir.

İnsan bu mazhariyete eriştikten sonra bu kez ruhu doyacak, dimağı berraklaşacak, nefsin kötü isteklerini frenleyecek, düşünceye yön verecek, vicdanı serinletecek ve tek kelimeyle iç âlemle dış âlem, ruh ve beden arasında gerçek dengeyi sağlayacak ibadete – içten gelen şiddetli bir arzu ve istekle- sarılır. O kadar ki, yürürken, ayakta dururken, otururken ve yatarken Allah ile beraber olmanın aşk ve heyecanı içinde zikir ve tesbihle, ibadet ve taatle meşgul olur.

İşte Kur’an, insanı cidden insan yapan bu dereceyi şöyle tasvir etmektedir: “O akıl sahipleridir ki ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar.”

Görülüyor ki günlük olayların ve şuur altındaki birikimlerin tesirini azaltıp dengeli yaşamak için ilahi bir kudret ve sanatın örnek eseri olan kâinata ve ondan bir parça sayılan göklerle yere, gece ile gündüzün birbirini takip etmesine kafamızı çevirmemiz gerekiyor. Bu, Allah’ı insana daha çok hatırlatıyor. İmanı taklit vadisinden kurtarıp tahkik doruğuna yükseltiyor. Böylece ilahi korku ve ümidi ilham ederek bu ikisi arasında bir yol takip etmemizi vurguluyor.

İnsan bu basamağa yükselince Yaratan’ın yüce huzurunda eğilerek: “Rabbimiz! Seni (boş ve gereksiz şey yaratmaktan) tenzih ederiz. Bizi (Cehennem) ateşinin azabından koru.”diyerek tam bir teslimiyet gösterir.

 KORKU İLE ÜMİT  (SEVGİ VE SAYGI DOLU BİR HAŞYET)

 :رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّار

 “Seni (boş ve gereksiz şey yaratmaktan) tenzih ederiz.”

Kur’an bunca yüksek hikmetleri, ince metotları işledikten sonra, ilahi kudret ve azametin ve kâinatta sergilediği sayısız belgelerin insanda iki zıt duyguyu daha anlamlı biçimde geliştireceğini hatırlatır: Korku ile ümit; sevgi ve saygı dolu haşyet. Zaten insan için erişilmesi güç olan derecelerden biri ve belki de en önde geleni budur. Çünkü zıtlar âleminde ruhumuzu korku ve ümitle doldurup birbirine zıt iki duyguyu dengeli biçimde – terazinin iki kefesi gibi – tuttuğumuz ölçüde mümin olmanın şuuruna, Allah’a kul olmanın faziletine erişmiş olabiliriz. Korku; nefsin ölçüsüzlüklerini, şehvetin taşkınlıklarını durdurur. Ümit; ibadet zevkini, irade gücünü arttırır.

Şu ayet bu hakikati anlatır: “Sizin Allah yanında en şerefli ve itibarlınız, (O’ndan saygı ile en çok) korkup (fenalıklardan) sakınanınızdır.”  “Doğrusu ben Allah’tan en çok korkanınız ve O’nu en çok bileninizim.” hadis-i şerifi de bu ayeti tamamlar ve açıklar mahiyettedir. Çünkü takvada hem korku, hem ümit; hem saygı, hem haşyet manaları vardır.

İslam’ın insan ruhuna sunduğu bu iki zıt duygunun hikmet ve anlamını düşünemeyen, Kur’an ve hadisin bu konuyla ilgili açıklamalarını ve getirdikleri hükümleri bilmeyenler: “Din sadece sevgi ve ümit kaynağıdır. Korkutucu bir silah değildir. Hem kimi kimden korkutuyoruz?” gibi bir takım ölçüsüz düşünce hükümlerde bulunurlar. Bu türden sözlerin İslam nazarında dini ve ilmi hiçbir değeri yoktur.

Allah Kur’an’da şöyle buyurmuştur:

“Ey kullarım! Benden korkup sakının.”  (ZÜMER SURESİ – 10. AYET)

“Allah’tan ise O’nun kullarından ancak ilim sahipleri saygı ile korkarlar.” (FATIR – 28)

“Rabbinin (hüküm ve adalet) makamından korkan kimseye iki cennet vardır.” (RAHMAN SURESİ 46. AYET)

“İşte bu (derece ve mükâfatlar) makamımdan ve tehdidimden korkanlaradır.” (İBRAHİM SURESİ – 14. AYET)“Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir (saygı dolu bir korku ile eğilirler.)”  (ENFAL SURESİ – 2. AYET) “Kim Allah’a ve peygamberine itaat eder de Allah’tan saygı ile korkar ve (karşı gelmekten) sakınırsa, işte kurtuluşa erenler onlardır.”  (NUR SURESİ – 52. AYET)

Buyrulduğu halde, “Allah ancak sevilir, O’ndan korkulmaz.” demek küstahlık olmaz mı? Hatta insanı küfre düşürmez mi?

İşte Kur’an sağlam düşüncenin, kâmil imanın, şuurlu ibadetin insanı takva makamına yükselteceğini, bunun da korku ile ümit duygusunu dengede tutacağını haber vererek Allah’a gerçek kul olmanın ölçü ve anlamını şöyle belirtiyor:

سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ: رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ:

 “Bizi  (Cehennem)  ateşinin azabından koru.”

 “Rabbimiz! Şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan, elbette onu rezil ve rüsvay edersin. Zalimler için yardımcılar da yoktur.”

 DENGESİZLİK ZULME NEDEN OLUR

Kur’an üçüncü kademede insan ruhunda yatan korku ile ümidi zıt duygu ve düşünceler biçiminde belirleyip onun iç dengeyi sağlamada çok önemli bir faktör olduğuna dikkat çekmektedir. Bu denge bozulduğu takdirde ölçüsüz bir taşkınlığın başlayacağı, haksızlıklara kapı açılacağı muhakkaktır. Şöyle ki:

Allah’tan gerçek anlamda korkmayan kimse daha çok mütecaviz olur, insan haklarına el uzatır, bir takım temayülleri disipline edilmedik kalır ve ölçüsüzlük başlar da had safhaya gelebilir. O kadar ki, iç ve dış dünyasında huzur bozulur. Böyle olan tipler hem dünyada hem de ahirette yardımcı bulamaz. İlahi Sünnet böylelerinin elinden tutmaz, hayat kanunu hiçbir zaman bunların yüzüne gülmez. Kendilerine göre oluşturdukları er geç sürtüşme ve vuruşmaya dönüşür. Makam ve şöhret ihtirası dörtnala koşar, engel tanımaz, hak bilmez de sonu bir uçurum, derin bir çukur olur.

 İTİKADİ  YÖNÜ

“Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, imana çağıran Rabbinize iman edin diyen bir çağırıcıyı duyduk, iman ettik.”    

Kur’an, Yahudi ve Hıristiyanların çoğunun böyle bir iman ve dengeye erişemedikleri için Allah tarafından gönderilen ve tekâmül halindeki dinlerin son halkasını oluşturan İslam’a gönül kapısını açmadıklarına işarette bulunuyor. Çünkü Musa Peygamberin (AS) açmış olduğu TEVHİD MEKTEBİ’nin müfredatı değiştirilmiş, böylece zamanla ilahi özelliğini kaybetmişti. İsa Peygamberin (AS) açmış olduğu ahirete yönelik irfan mektebi de maddeci ellerin tahribine uğramıştır. Bu sebeple son peygamberi çok çetin mücadeleler bekliyordu. Nitekim öyle de oldu. Çeyrek asır amansız bir cihatla sürüp gitti. İnsanlıktan yana açmış olduğu en son ilahi mektep, ruhla beden, ümitle korku, dünya ile ahiret, nefis ile ruh arasında kurulması gerekli olan dengenin müfredatını taviz vermeden uyguladı. Bu mektebe girenlerin sesi şöyle yükseldi: “Rabbimiz! Doğrusu biz, imana çağıran, Rabbinize iman edin diyen bir çağırıcıyı duyduk, iman ettik.”

Bugün de Tevhid pınarının aralıksız hayat suyu akıtabilmesi için, böylesine samimi, samimi olduğu kadar cefakâr ve fedakâr müminlerin sesine ihtiyaç var. Ta ki bozulan akideler düzelsin, son halkanın nasıl bir anlam taşıdığı anlaşılsın.

TASAVVUFİ  YÖNÜ

 “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını iyi kullananlar için belgeler vardır.”

Bu ayetle, kalpler ve ruhlar halk ile meşgul olmaktan çekilip alınmakta, ilahi marifetin gönülleri aydınlatan ve ruhları aşk ve istiğrakla dolduran nuruna döndürülmektedir.

Ayetlerle, batılı temsil edenlerin yersiz şüpheleri, Hakk’a karşı olumsuz tutumları üzerinde durulduktan sonra, ruhları sıkan o havadan sıyrılmaya kapı açıldı. Kalpleri nurlandıran İlahi azamete yönelmeye gerek duyuldu.

Çünkü kalbi bir anda iki şeyle meşgul etmek mümkün değildir. Onu günlük olaylarla meşgul kıldığımızda, İlahi kudret ve azametten gelen feyizlerden habersiz kılarız. Böylece ruhumuz arzuladığı gıdadan mahrum edilmiş olur. Kur’an kalbi İlahi marifet nuruyla sık sık aydınlatmak için İlahi Kudretin yücelik ve kemalini perde perde yansıtan kâinat tablosuna ve bu tablodaki değişmez düzene çekip götürmeyi planlamıştır. Bu sayede marifet yolunda tekrar yürünmeye başlanır. Salik önce birçok deliller toplayıp kendini tatmine çalışır, sonunda nura kavuşur, kavuşunca da bu kez delilleri azaltır. Derken kalbi karartan bütün meşguliyetler bir bir kaybolur, marifetullah nurları tecelliye başlar.

Ashab-ı Kiram bu vadinin öncüleri olarak bulunuyordu. Kur’an “Rabbimiz! Doğrusu biz, imana çağıran, Rabbinize iman edin, diyen bir çağırıcıyı duyduk, iman ettik.” ayetiyle onların bu güzel halinden bahsedip örnekler verir.

Ayrıca Kur’an bu ayetlerle Allah’ın varlığına ve yüce kudretine delalet eden belgeleri sergilerken ona kul olmanın üç mertebesini sunuyor:

1-)  Kalp ile tasdik
2-)  Dil ile ikrar
3-)  Beden ile amel

“Allah’ı anarlar.” sözü, dilin kulluğuna, “Ayakta, otururken ve yatarken” sözü bedenin kulluğuna, “Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında (iyice) düşünüp” sözü kalbin ve ruhun kulluğuna işarettir. İşte insan ancak bu üç kullukla kulluk mertebesine zevkine erişebilir. Böylece ilk ayetler nasıl KEMAL-İ RUBUBİYET’e delalet ediyorsa, bu ayetler de KEMAL-İ UBUDİYET’e delalet eder.

 FIKHİ  YÖNÜ

 “O akıl sahipleri ki ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar.”

Abdestli, abdestsiz durumlarda Allah’ı anmakta bir sakınca yoktur. Çünkü bunda zarar yok, ama sayılamayacak kadar yararlar vardır. Hatta cünüp kimse, Kur’an okuyamaz, namaz kılamaz, camiye giremez, tavaf yapamaz ama Allah’ı zikredebilir, tesbih ve tehlilde bulunabilir.

Allah’ı her halu karda anmak bir saygısızlık değil, kalbin korku ve ümit, sevgi ve haşyet duygusu içinde Allah ile beraber olmanın bahtiyarlığıdır. Allah’ı zikretmek kalp ile olabileceği gibi dil ile de olabilir. İkisi de burada söz konusudur.

Namaz da böyledir: Hiçbir ahvalde terki caiz değildir. Ancak cinnet, uyku, koma hali, aşırı bunama, ay hali ve lohusalık gibi haller müstesna. O halde, ayakta namaz kılamayan oturarak kılar. Oturarak kılamayan uzanarak kılar. İmam Ebu Hanife’ye göre sırt üstü uzanarak, ayakları kıbleye gelecek şekilde başının altına konulan yastık ile yüzünü kıbleye çevirip namaz kılar. İmam Şafi’ye göre, sağ yanı üzerine uzanıp hafif kıbleye meyledip kılar.

 SOSYAL  VE  AHLAKİ  YÖNÜ

“Rabbimiz! Canımızı iyilerle beraber al.”

Fert, sosyal yapının kopmaz bir parçasıdır. Hayatını ve ihtiyaçlarını bu yapı içinde sürdürebilir. Ancak ferdi toplum hayatına iterken, diğer bir deyimle onu sosyal yapının bir tuğlası anlamında kullanırken, tuğlayı layık olduğu yere yerleştirmemiz gerekir. Çünkü çocuk bir bakıma anne ve babasının değil toplumun çocuğudur. Anne-baba sevgisini ona verebilir, ama fikirlerini ve inançlarını vermekte zorluk çeker. O, daha çok konulduğu yerin rengini, biçimin ve karakterini alır.

O halde çocuğu aile tezgâhında şekillendiren bir ok gibi kendi yayımıza yerleştirip toplum bünyesine atarken çok dikkatli olmaya mecburuz. Aksi halde ona karşı görevlerimiz hakkıyla yapmamış oluruz.

Kur’an konumuzu oluşturan ayetle bu önemli konu üzerinde dururken çok anlamlı bir cümleyle hareket tarzımızı belirliyor: İyi insanlarla arkadaş olmak, onlarla birlikte yaşamak ve onlarla birlikte ölmek… Unutmayalım ki, arkadaşın insan ruhu ve kafası üzerindeki etkisi küçümsenmeyecek bir anlam taşır. Kötü bir çevreye kurban verilen bir fertten daha fazla hayır beklenemez. Meğerki Allah kendi lütfuyla korumuş ola. Hz Peygamber (SAV) Efendimiz bunun önemine birçok hadislerle dokunmuş ve :“Ölülerinizi salih insanlar arasına gömün.” buyurmuştur. Yani iyilerin dünyada da kabirde de ahirette de birçok yararları vardır. İslam büyükleri bu hadisin sonunda şu cümlelerin de yer aldığını tespit etmişlerdir: “Diri kişi kötü komşudan incindiği, eziyet duyduğu gibi ölü de kötü komşudan eziyet duyar.”

“Kişi dostunun dini üzeredir.” sözü boşuna söylenmemiştir.

Yukarıdaki ayetlerle, müminlerin kalbi ve kafası günlük mücadele ve tartışmanın üzücü havasından alınarak kâinattaki ilahi düzene çevrildi. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile ortaya konulacak amelin ruhlar üzerindeki olumlu tesirine değinilerek korku ile ümidin feyizli anlamı belirtildi.

KAYNAK: İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ – CELAL YILDIRIM

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız!
Lütfen ad-soyad bilginizi girin