İMAN VE MAHİYETİ
İman Nedir?
İman sözlükte tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, ikrar etmek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak, içten ve yürekten inanmak anlamlarına gelir.
İmanın terim anlamı; Hz. Peygamberin Allahu Teala’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlere (zarûrât-ı dîniyye)1 kalben inanmak (tasdik) ve bunu dil ile söylemektir (ikrar). Peygamberimizin (s.a.v) haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul etmek, bu haberlerin gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.
İmanın rükünleri, tasdik ve ikrardır. İmanın hakikati ve özü, kalbin tasdikidir. Dil ile ikrar olmasa da kalbin tasdiki mü’min olmak için yeterlidir.
Zarûrât-ı dîniyye; dine ait olup bilinmesi ve inanılması gereken esaslar demektir. Altı iman esasının yanı sıra kesin olarak sabit bulunan bir takım emirler, yasaklar ve uyulması istenen esaslar yani bazı amelî ve ahlâkî hükümler de bu kapsama girer. Mesela beş vakit namazın, zekâtın, Ramazan orucunun ve imkân olunca Hacca gitmenin farz olduğuna inanmak; içki içmenin, haksız yere birini öldürmenin, ana-babaya itaatsizlik etmenin, zinanın, yetim malı ve faiz yemenin ve buna benzer kesin nasslarla sabit olan yasakların haram olduğuna inanmak zarûrât-ı dîniyyedendir.
İman Çeşitleri
Taklidî iman: Delillere dayalı olmaksızın, ana-babadan veya çevresindeki insanlardan görerek ve öğrenerek iman etmeye taklidî iman denir. Böyle bir iman aile başta olmak üzere çevrenin telkiniyle meydana geldiği için aslında İslam toplumunda doğup büyümüş olmanın doğal bir sonucudur.
Tahkikî İman: Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana ise tahkikî iman denir.
İcmalî İman: Tevhid ve şehadet kelimelerini inanarak söyleyen kimse, Hz. Muhammed’in (s.a.v) haber verdiği ve bizlere bildirdiği esasların hepsine birden iman ettiğinden bu imana icmalî (toptan) iman denmektedir.
Tafsilî İman: İnanılacak şeylerin her birini açık ve geniş bir şekilde öğrenip bunlara ayrıntılı olarak inanmaya tafsilî iman denir.
İman-İslam İlişkisi:
Kur’an-ı Kerim’de iman ile İslam bazen aynı bazen farklı anlamda kullanılmıştır. İman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa da İslam kelimesi, İslam’ın gerekleri olan hükümlerin dinden olduğuna inanmak, İslam’ı bir din olarak benimsemek ve ona boyun eğmek manasına gelir. İman ile İslam’ın farklı kavramlar olarak ele alınması durumunda her mümin, müslim olmakta fakat her müslim, mümin sayılmamaktadır. Çünkü bu anlamda İslam, kalbin bağlanışı ve teslimiyeti değil de dilin ve organların teslimiyeti, belli amellerin işlenmesi demektir.
İmanın Artması ve Eksilmesi
İmanın artması ve eksilmesi konusuna iki açıdan bakılabilir.
1. İman, inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Çünkü bir kimse inanılacak esasların hepsini kabul etse fakat bir veya birkaçına inanmasa, mesela meleklere veya namazın farz oluşuna yahut adam öldürmenin haramlığına inanmasa iman etmiş sayılmaz. İmam Ebû Hanîfe, bu konuda şu güzel açıklamayı yapar: “İman artmaz eksilmez. Çünkü imanın artması, ancak küfrün eksilmesi ile imanın eksilmesi de ancak küfrün artmasıyla mümkün olabilir. Bir şahsın aynı anda hem mümin hem de kâfir olması ise yanlış bir düşünce şeklidir.”
2. İman, nitelik yönünden yani güçlü veya zayıf olma açısından artma ve eksilme gösterir. Kiminin imanı kuvvetli ve olgun, kiminin ki ise zayıftır.
İman ve Amel Arasındaki İlişki
Amel imanın ayrılmaz parçası değildir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre amel, imanın parçası, rüknü ve olmazsa olmaz rüknü değildir. Bu sebeple bütün dinî esasları kalpten benimsemiş fakat çeşitli sebeplerle buyrukları yerine getirmemiş veya yasakları çiğnemiş olan kimse, işlediği günahı helal saymadığı müddetçe mümin sayılır.
Ayet ve hadislerde büyük günah olduğu belirtilen, işleyenleri hakkında tehdit ifadeleri kullanılan veya dünya ya da ahiretteki ceza hükümleri gösterilen fiiller ile ayet ve hadislerde açıkça belirtilmediği hâlde aynı kötülükleri içeren benzer davranışlara büyük günah (kebîre) denir.
Amelin Gerekliliği ve İmanla Olan İlgisi
İman ile amel birbirlerinden farklı olmakla birlikte, âdeta etle tırnak, ruh ile bedenin birbiriyle irtibatı gibi bağlantılıdırlar. Çeşitli sebeplerle ibadet ve ahlâkî davranışlardan birisini yerine getirmeme ya da haram olan bir fiili yapma sebebiyle amelde kusur, mümini dinden çıkarmaz. Ancak imanını olgunlaştırmak imanı üstün bir dereceye yükseltmek ve böyle iman sahiplerine Allah’ın (c.c) vaat ettiği nimetlere kavuşmak için ibadet ve amel gereklidir.
İmanın Geçerli Olmasının Şartları
- İmanın dünyada hür iradeye dayalı bir tercih olması, baskı ve tehdit neticesinde veya dünya hayatından ümit kesildiği bir zamanda (ye’s ) yapılmaması gerekir.
- Mümin, iman esaslarından birini inkâr anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır.
- Mümin ne Allah’ın (c.c) rahmetinden ümidini kesmeli ne de ondan emin olmalıdır. Korku ile ümit (havf ve reca) arasında bulunmalıdır.
İnanç Bakımından İnsanlar
İman (tasdik) ve inkâr açısından insanlar, inanan ve inanmayan şeklinde iki gruba ayrılmakla birlikte şöyle tasnif edilebilir: mümin, münafık, kâfir.
1. Mümin: Allah’a (c.c), Hz. Peygambere ve onun haber verdiği şeylere yürekten inanıp bunları kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler iman üzere ölürlerse ahirette cennete girecekler, orada pek çok nimete kavuşacaklardır. Bazı müminler dünyada günah işlemişlerse Yüce Allah dilerse bu kişilerin günahını bağışlayabilir dilerse de işledikleri günah ölçüsünde cehennemde cezalandırdıktan sonra cennete koyabilir. Hiçbir mümin cehennemde ebedî kalmayacaktır.
2. Münafık: Allah’ın (c.c) birliğini, Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamberliğini ve onun Allah’tan (c.c) getirdiklerini kabul ettiğini söyleyerek görünürde Müslümanlar gibi yaşadığı hâlde, kalpten inanmama durumuna nifak, böyle kimselere de münafık denir. Cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunacaktır.
3. Kâfir: Kâfir, sözlükte “örten” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise İslam’ın temel prensiplerine inanmayan, Hz. Peygamberin Yüce Allah’tan getirdiği kesin olan ve tevatür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan (zarûrât-ı dîniyye) bir veya birkaçını yahut da tamamını inkâr eden kimseye denir. Mesela namaz ve tesettürün farz olduğunu inkâr eden; içki, faiz ve rüşveti helal sayan; meleklerin ve cinlerin varlığını kabul etmeyen kimse kâfirdir. Bir insan kafir olarak ölürse ahiretteki yeri ebedî cehennemdir.
Allah Teala’nın ilahlığında, isim, sıfat ve fiillerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul eden; O’na şirk koşan kimse yani müşrik de kâfirin bir türüdür. Müşrikler Allah’ın (c.c) varlığını inkâr etmezler. O’ndan başka ilah olduğunu kabul ederler. Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her şirk küfürdür fakat her küfür şirk değildir. Her müşrik kâfirdir fakat her kâfir müşrik değildir.
Küfür Çeşitleri
Küfr-i inkârî: Allah’ı, peygamberleri ve onların Allah’tan alıp getirdikleri esasları kişinin kalbiyle tasdik, diliyle ikrar etmemesidir.
Küfr-i cühûd: Kişinin bildiği halde iman etmemesi, inkârı tercih etmesidir.
Küfr-i inâdî: Kişinin kalben Allah’ı bilip bazen diliyle de ikrar ettiği halde haset, şöhret ve makam düşkünlüğü, kavmiyetçilik gibi sebeplerle İslam’ı bir din olarak kabullenmemesidir.
Küfr-i nifâk: Kişinin inanılması gereken hususları diliyle ikrar ettiği halde kalben tasdik etmemesidir.
Mümin veya Müslüman olan bir kimsenin sonradan inkâra sapması, dinden çıkması, kendi irade ve ifadesiyle İslam’dan ayrılmasına “irtidad” veya “ridde”, irtidad eden kimseye de “mürted” denir.
Müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr veya şirk özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kâfir saymaya “tekfir” adı verilir. Yani tekfir, başkaları tarafından bir şahsın küfrüne hükmedilmesi anlamına gelir. Tekfir konusunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır. Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul edilerek İslam toplumundan dışlanmaması gerekir.
İslam âlimleri, kişiyi küfre düşürecek tüm sözleri ifade etmek üzere “elfâz-ı küfür” (küfür ibareleri/ lafızları); insanları küfre götürecek fiilleri ve davranışları ifade etmek üzere ise “ef’al-i küfür” tabirini kullanmışlardır. Örnek olarak puta tapmak, tapınmak amacıyla güneşe, aya, yıldızlara, ateşe veya herhangi bir şahsa secde etmek, haç takınmak, gayri müslimlerin kendilerine mahsus dinî kıyafetlerini giyinmek ve iman esaslarından birinin inkârını gerektirecek tarzda sihir yapmak, kehanette bulunmak ef’al-i küfürdür.
“Allah şunu bilmez” demek, Hz. Peygamberin sözlerinin anlamsız ve yalan olduğunu iddia etmek, Kur’an’ın sadece geri kalmış bir topluma indirildiğini öne sürmek, ibadet olduğunu bile bile Kabe’yi tavaf eden Müslümanlar için “Bu taşa ne diye tapıyorlar ki!” demek gibi söz ve davranışlar elfâz-ı küfür kapsamındadır.
İslam âlimleri, kişiyi küfre düşürecek tüm söz ve ifadeler için elfâz-ı küfür (küfür ibareleri/lafızları) tabirini kullanmışlardır.
Konuyla ilgili testi online olarak çözmek için TIKLAYINIZ.