Ana Sayfa GENEL KALEMİMDEN DÖKÜLENLER Ne Yetiştiriyoruz? Kabak mı, Meşe mi? – 3. Bölüm

Ne Yetiştiriyoruz? Kabak mı, Meşe mi? – 3. Bölüm

55
0

“Ne yetiştiriyoruz, Nasıl bir okul, Nasıl bir ortaöğretim?” sorularının cevabını aramaya devam ediyoruz. Yazının 3. ve son bölümü sizlerle…

Öğrenciler, sosyal etkinlikler vasıtasıyla adı üstünde sosyalleşir, bir gruba dâhil olup grup halinde hareket etmeyi öğrenir, çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde kendini tanıyıp becerilerini gösterebilirler. Yeri gelir kompozisyon yarışması olur, yeri gelir yardım faaliyeti olur, yeri gelir münazara yarışması olur, dozajında yapıldığı takdirde bu tür sosyal ve kültürel faaliyetler öğrencilerin kişisel gelişimi için oldukça faydalıdır ve bunlar eğitimin bir parçasıdır. Ama sanki son dönemde öğrenciler adeta sosyal faaliyet bombardımanına tutulmakta ve derslerden çok enva-i çeşit projeler ile meşgul olmaktadırlar. Öyle ki falanca yerin kanarya severler derneği bile okullarda kompozisyon, şiir, resim, münazara yarışması düzenlemekte, bakanlık ve çeşitli sivil toplum kuruluşları okullarda pek çok proje uygulamaktadırlar. O kadar yarışma ve proje düzenlenir oldu ki artık öğrenciler yarışma duyurularına kulak tıkar oldu. Öğrenci ve öğretmenlere yönelik seminer ve konferanslar, planlı olsun ya da olmasın yapılan okul iç ve okul dışı yapılan etkinlik ve projeler ister istemez eğitim-öğretimi aksatmakta; sosyal etkinliklerin fazlalığı sebebiyle öğrenciler derslerden geri kalmaktadırlar.

Sınıflar arası yapılan münazara ve spor müsabakaları ve diğer etkinlik projeler, taşımalı gelen öğrenciler sebebiyle ders saatleri içerisinde yapılmaktadır. Zaten taşımalı öğrenci olmasa bile 8 saat ders ve yetiştirme kursunun ardından enerjisi kalmayan öğrencilerin sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere katılmalarını sağlamak mümkün değildir. Hal böyle olunca da aksayan dersler sebebiyle ağır olan müfredatı yetiştirememek ve kazanımları yeterince elde edememek söz konusu olmaktadır. Hem müfredatla ilgili hem de sosyal faaliyetlerle ilgili yaşanan bu sıkıntıyı şu şekilde çözmek mümkün olabilir:

Müfredatta tekrar bir sadeleştirme ve ders saatlerinde azaltma yoluna gidilerek bazı Avrupa ülkelerinde de uygulandığı üzere öğrencilerin öğleye kadar ders işleyip öğleden sonraları ise sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere katılması sağlanabilir. Okullarda yapılacak her türlü etkinliği de öğleden sonra yaparak ders kaybının da önüne geçilmiş olur. Böylelikle öğrencileri hem akademik hem de sosyal, kültürel ve sportif anlamda hakkıyla yetiştirmek ve istenilen kazanımlara ulaşmak mümkün olabilecektir.

Son olarak özelde ortaöğretim ve genel olarak eğitim sistemimiz ile ilgili şunları söyleyebiliriz; Milli Eğitim Bakanlığı adı üstünde öğretim değil “eğitim” bakanlığıdır ve bu eğitimin yine adından da anlaşılacağı üzere “milli” olması gerekmektedir. Eğitim ise Selahattin Ertürk’ün tabiriyle “Bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla, kasıtlı (amaçlı-bilinçli) olarak istendik (toplumca uygun görülen-istenilen yönde) davranış değişikliği meydana getirme sürecidir.” Yani verilen eğitim milli olmalı, milletçe uygun görülen ve istenen değer ve davranışları yerleştirmeye, toplumun değerlerine aykırı, kadim kültürümüze ve medeniyetimize uymayan her türlü fiiliyattan gençleri uzak tutmaya çalışmalıdır.

Maalesef gençlerimize baktığımızda popüler kültürün menfi etkisini üzülerek müşahede etmekteyiz. Hiçbir değer ve kural tanımadan ömrünü tüketen, içinde yaşadığı topluma, kültürüne, tarihine ve değerlerine uzak nesiller görmemiz milli bir eğitim yapamadığımızın göstergesidir. Hapishanelerdeki doluluk oranı, her gün haberlerde görüp artık kanıksadığımız gasp, kavga, cinayet, tecavüz, dolandırıcılık, hırsızlık olaylarının çokluğu bize göstermektedir ki insanımızı yeterince eğitemiyor, insanî ve ahlakî değerlerimizi gençlerimize aktaramıyoruz. Toplumdaki eğitim(diploma) seviyemiz yükseldikçe insanî ve ahlakî seviyemiz artması gerekirken azalıyorsa okullarımızda eğitim yerine sadece öğretim yapılıyor demektir. Ahlakın davranışa dönüşmesini sağlayamayıp sadece bilgisi veriliyor, milli ve manevi değerlerimiz benimsenmeyip sadece geçmiş masallar olarak görülüyor demektir. Dinin kültürünü, ahlak ve değerlerin ise sadece bilgisini vererek topluma iyi insan yetiştiremeyiz. Bu sebeple öğretimden önce eğitime ağırlık vermeli ve eğitim öğretimin her alanında “milli” bir “eğitim” yapmaya öncelik vermeliyiz. Değişen müfredatta değerler eğitimine yönelik vurgular bu alandaki eksiğimize yönelik atılan önemli bir adımdır.

Tabi ki eğitim uzun soluklu bir süreç olduğu için müfredat değişikliğinin sonuçları zaman içinde görülecektir ama sadece müfredat değişikliği ile yetinmemek, kısa sürede olumlu sonuçlar elde etmek için okullara ve öğretmenlere büyük iş düşmektedir. Bunun için de eğitimin öğretimden önce geldiğinin bilincinde olarak çeşitli kanunî ve yönetmeliksel değişikliğe gidilmeli ve okulların ve öğretmenlerin daha iyi “eğitim” verebilmeleri için elleri güçlendirilmelidir. Zira unutulmamalıdır ki hırsızlık yapan, cinayet işleyen, uyuşturucu kullanan kişi yaptığı fiilin yanlış olduğunu bilmekte fakat bildiğini davranışa dönüştürememektedir. Okullarımızda bu fiillerin yanlış olduğu öğretildiği halde davranışlara yansıtmakta güçlük çekildiği, ilmin irfana ve davranışa dönüşmesi konusundaki eksikliğimiz aşikârdır. Bunun için de daha fazla nesil kaybetmeden toplumdaki sıkıntıların sebebi irdelenmeli, kısa ve uzun vadeli hedefler koyarak acil çözümler üretmelidir.

Bir Çin atasözü der ki; “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek, 10 yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, 100 yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.” Geleceği şekillendirmek için şimdiden bir şeyler yapmak gerekir. Geleceği şekillendirenler de okullar ve öğretmenlerdir. Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi yeni nesil öğretmenlerin eseri olacaktır. Bu sebeple kendini eğitime adayan, kendi çocuklarının geleceğinden çok öğrencilerinin ve dolayısıyla milletin geleceğini düşünen, eğitimi kendine dert edinen, fedakâr, idealist, yerli ve milli eğitimcilere ve idarecilere ihtiyacımız hiç olmadığı kadar fazladır. Sorunların kaynağı çok belki ama çözümün kaynağı tektir: öğretmen. İmkân verildiği takdirde yeni Ertuğrullar, Fatihler, Yavuzlar, Muhteşem Süleymanlar, Ulu Hakanlar, Mimar Sinanlar, Yunus Emreler, Mustafa Kemaller yetiştirebilecek nice eğitimcilerimiz var. Yeter ki onlara güvenilsin, layık oldukları değer verilsin ve insan yetiştirmek için sağlam yeterli fırsat tanınsın.

Selam olsun işini hakkıyla yapan cefakâr ve fedakâr eğitimcilere…

Selam olsun eğitimi dert edinen kahraman gönül erlerine…

Bekir Salih KORKMAZ

BEYŞEHİR-Mart 2018

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız!
Lütfen ad-soyad bilginizi girin